İşim gereği bir çok insanla iletişim halindeyim. Herkesin etkili, daha etkili, en etkili, mucizevi dualar peşinde olduğunu görüyorum.
Gerçekten de dualar ilaç gibi. Birine iyi gelen bir duadan diğerinin
çok fayda görmemesi mümkün. Ancak, öncelikle mevcut durumun gerçekten böyle
olup olmadığını tespit etmek önemli. Okuduğumuz duanın doğruluğunu sorgulamadan
önce “biz ne kadar doğruyuz”a bir bakmak
gerek sanıyorum. Özeleştiri yapmadan o duadan bu duaya koşmanın sonuç
vermeyeceğini söylemek mümkün.
İnsan yapısı gereği kendisine yeterince objektif
yaklaşamayabiliyor. Ego hemen devreye girip bahaneler sunmaya başlıyor, savunmaya
geçiyor. İyi niyetle başladığımız kendimizi sorgulama, özeleştiri yapma işinden
“ben haklıyım, kim olsa böyle yapar” diyerek, hiçbir sonuç alamadan,
yanlışlarımızı bulup düzeltemeden çıkıyoruz ne yazık ki…
Gerçekten bir şeyleri düzeltmek niyetinde olanların, egolarını
bir kenara bırakıp aşağıda yazılanlar üzerinde biraz düşünmelerini tavsiye
ediyorum. Konuyu detaylı olarak irdeleyebilmek adına her yazımda başka bir -olası-
hatamızı mercek altına almanın daha uygun olacağını düşündüm. İşte ilk –olası-
hatamız :
Kul Hakkı Yemek
Bilerek ya da
farkında olmadan kul hakkına girebilecek yanlışlar yapıyor olabilir miyim?
Bu o kadar hassas, o kadar ince düşünülmesi gereken bir
durum ki… Günlük hayatta, alışverişlerimizde, arkadaşlarımızla, akrabalarımızla
ilişkilerimizde, iş hayatımızda, kısacası yaşamımızın her alanında çok ama çok
dikkatli olmamızı gerektiren bir konu.
Hepimizin hayatı, insanlar ilişkileri, içinde bulunduğumuz
ekonomik koşullara, sosyal hayatın öğrettiklerine, toplumun değer yargılarına, çevremizin
beklentilerine göre şekillenir. Günümüzde, “en az vererek en güzel, en iyi şeylere
sahip olma düşüncesi” neredeyse bir yaşam biçimi, yaşam felsefesi haline
gelmiştir.
Tüketimin özendirildiği, tüketme arzusunun çoktan
ihtiyaçların önüne geçtiği, herkesin kendi çıkarları uğruna birbirini manipüle
etmeye çalıştığı bir dünyada dengeyi bulmak giderek zorlaşmaktadır.
Artık sıradanlaşmış, rutin hale gelmiş birçok davranışımız,
düşüncemiz “kul hakkı yeme”yi
içselleştirerek, normalleştirmeye çalıştığımızın bir göstergesidir.
Özellikle işveren, yönetici gibi başkalarına istihdam yaratıp,
onların hizmetlerini yöneten meslek gruplarındakilerin bu konuda hata yapmaya
çok daha açık oldukları bir gerçektir. Kişinin emeğinin karşılığının
verilmemesi (ekonomik krizler ve işverenin üzerine yüklenen maddi
yükümlülüklerin ağırlığı yüzünden uygulamak zorunda olduğu ücret politikalardan
bahsetmiyorum), içinde bulunduğu zor şartlardan dolayı daha aza razı edilmesi
kul hakkı yemekten başka bir şey değildir. Ancak bu durum çalışana işini
savsaklamak, sadece mesai doldurarak yapması gerekenleri layıkıyla yerine
getirmemek hakkı vermez. Bu davranış şekli de “kul hakkı yemek” olur. Herkes
kendi yaptıklarından sorumludur.
Doktor, hayatını, sağlığını kendisine emanet eden hastasıyla
yeterince ilgilenmiyor, kendisini geliştirip yeni tedavi yöntemlerini araştırmıyorsa,
yapabileceğinin en iyisini yapmıyorsa
kul hakkı yemiş sayılır.
Öğretmen çocuklara ihtiyaçları olan bilgileri vermiyor,
objektif bir bakış açısıyla onları eğitmiyorsa, avukat müvekkillerinden fahiş
ücretler talep ediyorsa, ayakkabıcı kalitesiz bir ayakkabıyı ederinin çok üzerinde
bir fiyata satıyor, bakkal son kullanma tarihi geçmiş ürünleri bilerek
pazarlamaya çalışıyorsa, ev temizleyerek geçimini sağlayan bir kadın hijyen
kurallarına uymuyorsa, bu kadını çalıştıran ev sahibi ona gerçek emeğinin
karşılığını vermiyor, onu köle gibi çalıştırıyorsa, üniversite öğrencisi
ailesinin imkanlarıyla derslerine çalışmak yerine başka şeylere zaman
harcıyorsa, ev kadını eşinin kazandığını sorumsuzca harcıyor, israf ediyorsa, oy
vererek kendinizi temsil etmesi için görevlendirdikleriniz bu görevi kendi
çıkarları adına kullanıyor, sizin insanca yaşamanız için çalışmıyorsa, yıllarınızı
verdiğiniz, üzerine titrediğiniz sevgiliniz sizi aldatıyorsa kul hakkı
yemektedir.
Danışman olarak görevlendirdiğiniz kimselere emeğinin karşılığını
ödemekten kaçınıyorsanız (bu çok rastlanan bir durum, bilgiye para vermek
nedense zor geliyor insanımıza, oysa o insan da o bilgiye ulaşmak için nakit ve
vakit harcamış olup geçimini bu işten sağlamaktadır), bir esnafı malını
zararına ya da olması gereken fiyatın çok altına satmaya zorluyorsanız,
arkadaşınızdan aldığınız borcu söz verdiğiniz tarihte ödemiyorsanız, insanların arkasından konuşuyor dedikodu yapıyorsanız, işinizi
daha iyi yapabileceğiniz halde bilerek yapmıyorsanız, görevinizi kendi
çıkarlarınız için başkalarının zararına kullanıyorsanız,başka birinin
durdurduğu taksiye atlıyor, otobüse-metroya vs binerken sizden önce gelenleri
itip kakarak öne geçiyorsanız, trafikte
manevra yaparak karşı tarafın geçiş hakkına tecavüz ediyorsanız… Kısacası
kendinize yapılmasını istemediğiz her fiiliniz kul hakkına girebilir aman
dikkat!
Bu örnekleri uzatarak üç ciltlik bir kitap yazabilir ama ne
demek istediğimi biraz olsun anlatabildim sanıyorum.
Özet olarak “ben kesinlikle kul hakkı yemiyorum, yemem”
demek yerine, insanlarla etkileşim içinde olmayı gerektiren her konuda “böyle
yaparsam kul hakkı yemiş olur muyum” diye düşünmekte yarar görüyorum.
Yolunuz adil, yolunuz aydın olsun…
Lena
Bir kimseden haksız olarak alınan bir kuruşu, sahibine geri vermek, yüzlerle lira sadakadan kat kat daha sevaptır. Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. (Mektubat-ı Rabbani c.2, m.66, 87)
Kıyamet günü, hak sahibi, hakkından vazgeçmezse, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yediyüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir. (Dürr-ül Muhtar)
Kul hakkını, Allahü teâlânın hakkından önce ödemek gerekir. Kul hakkı olan günahların affı güç ve azapları daha şiddetlidir. Başkasının hakkını yiyen, hak sahipleri ile helalleşmedikçe affa uğramaz. Yani üzerinde kul veya hayvan hakkı bulunanı Allahü teâlâ affetmez ve bunlar Cehenneme girip, cezalarını çekeceklerdir. (Hadika)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müflis, şu kimsedir ki, kıyamette, defterinde pek çok namaz, oruç ve zekat sevabı bulunur. Fakat, bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilip Cehenneme atılır.) [Müslim]
Lena
Bir kimseden haksız olarak alınan bir kuruşu, sahibine geri vermek, yüzlerle lira sadakadan kat kat daha sevaptır. Bir kimse, Peygamberlerin yaptığı ibadetleri yapsa, fakat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremez. (Mektubat-ı Rabbani c.2, m.66, 87)
Kıyamet günü, hak sahibi, hakkından vazgeçmezse, bir dank [yarım gram gümüş] hak için, cemaat ile kılınmış, kabul olmuş yediyüz namazı alınıp, hak sahibine verilecektir. (Dürr-ül Muhtar)
Kul hakkını, Allahü teâlânın hakkından önce ödemek gerekir. Kul hakkı olan günahların affı güç ve azapları daha şiddetlidir. Başkasının hakkını yiyen, hak sahipleri ile helalleşmedikçe affa uğramaz. Yani üzerinde kul veya hayvan hakkı bulunanı Allahü teâlâ affetmez ve bunlar Cehenneme girip, cezalarını çekeceklerdir. (Hadika)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Müflis, şu kimsedir ki, kıyamette, defterinde pek çok namaz, oruç ve zekat sevabı bulunur. Fakat, bazılarına çeşitli yönden zararı dokunmuştur. Sevapları, bu hak sahiplerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları, bunun üzerine yükletilip Cehenneme atılır.) [Müslim]
(Kibri,
hıyaneti ve kul borcu olmayan mümin, Cennete girer.)[Nesai]
Üzerinde kul hakkı bulunanların ruhları Cennete girmez. Salihlerin ruhları kabirlerine gelerek, cesetlerini ziyaret ederler. Vefat eden müminlerin ruhları gelip, dünyada tanıdıklarını sorarlar. (Feraid-ül-fevaid)
Üzerinde kul hakkı bulunanların ruhları Cennete girmez. Salihlerin ruhları kabirlerine gelerek, cesetlerini ziyaret ederler. Vefat eden müminlerin ruhları gelip, dünyada tanıdıklarını sorarlar. (Feraid-ül-fevaid)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder