Letaif nedir? Letaifler
en kısa anlatımıyla ruhun manevi organlarıdır. Bunlar bedende bazı yerlerde bulunur.
Yerleri sabittir.
Letaifler nelerdir, ne işe yararlar? Tasavvufta
başlıca letaif noktaları şunlardır: Kalp, ruh, sır, hafi, ahfa. Ayrıca iki kaş
arasında bulunan nefis, kafanın üst kısmında bulunan letaif-i küll.
Kalp sol memenin dört parmak kadar altında, ruh (Bu,
terminolojide bildiğimiz ruhtan farklıdır, sadece aralarında isim benzerliği
vardır. Bu, ruhun manevi bir organıdır. Kendisi değildir.) sağ memenin dört
parmak kadar altında, sır
Kalp letaifi, bildiğimiz kalple alakalı değildir.
Bildiğimiz kalbin altında asıl manevi kalp bulunur. Kalp, letaiflerin birinci
basamağıdır. Nurunun rengi kırmızıdır. İlahi huzur yeridir.
Ruh, genel anlamı ile bildiğimiz ruh değildir.
Buradaki ruh letaifi, genel anlamı ile bildiğimiz ruhun sadece manevi bir
organıdır. Yani onun bir latifesidir. Bütün letaifler genel anlamı ile
bildiğimiz ruhu meydana getirirler. Burada manevi bir organ ve bir letaif olan
ruh, ilahi muhabbet ve sevgi merkezidir. Nuru sarıdır.
Sır ilahi vahdet (birlik) merkezidir. Nurunun rengi
beyazdır.
Hafi ilahi istiğrak (boğulma, gark olma) merkezidir.
Nurunun rengi yeşildir.
Ahfa ilahi izmihlal (yok olma, kaybolma) merkezidir.
Nurunun rengi siyahtır.
Zikir ile bu letaif noktaları çalışmaya başladığında
iman konusundaki işlevleri de kendisini göstermeye, taklidi iman yavaş yavaş
tahkiki seviyeye ulaşmaya başlar. İman edilecek şeyler bellidir. Sınırlıdır.
Ama onlara iman etme gücü ve niteliği değişebilir. İşte bu noktada letaiflerin
çalışması ve yükselmesi belirleyici bir rol oynamaktadır.
Kişi kalp letaifi ile Allah’ın huzurunda olma duygusu
ile ibadet edebilmekte, ruh letaifi ile O’na karşı muhabbet duymakta, sır
letaifi ile bu muhabbet derinleşip başka şeylere olan bağlılıklardan azade
kılınmakta, tek bir Allah’a yönelinmekte, hafi letaifinde bu ilahi muhabbet
kişinin bütün varlığını kaplamakta, adeta kara sevdaya dönüşmekte, ahfa
letaifinde ise ilahi aşk tamamen karşılıksız, nefsin hiç bir hazzı
düşünülmeksizin ve pay almaksızın gerçekleşmektedir.
Şayet bir kişi letaiflerini ilahi aşk yolunda kullanmazsa büyük bir sapkınlığa düşebilir. Zira letaiflerde
ilahi bir güç ve cezbe vardır. Nereye yönlendirilirse oraya doğru akarlar.
Örneğin bir insan parayı hayatında temel alır, bütün ruhsal gücüyle ona
yönelirse, letaifleri de ona göre çalışmaya başlar, paraya büyük bir değer
verirler. Kalbi daima paranın huzurunda yer alır. Ruhu bütün muhabbetini ona
verir. Sırrı tek gerçek olarak parayı görür. Hafi letaifi paranın aşkına gark
olur. Ahfa letaifi ile kişi para için her şeyini feda edebilir. Böyle birisi
artık parayı ilah yerine koymuştur ve ona tapmak afatına düşmüştür. Böyle
birisine nasihat da kar etmez. Hidayetin ulaşması ise çok zordur. İlahi aşk
dışındaki tüm yönelimleri put olarak nitelendirebiliriz.
Şöyle bir çevrenize baktığınızda insanların
letaiflerini nasıl değişik putların hizmetinde kullandıklarını görürsünüz.
İnsanların büyük kısmının günahlara tövbe etmesinde ve
hak yola girmesinde engel olan en etkili şeyin karşı cinse karşı olan gayr-i
meşru arzu, zina isteği olduğu kolaylıkla müşahede edilebilir. Zina yapmak
isteği manevi hayatta çok büyük tahribatlar yapar. Letaifleri adeta dumura
uğratır. Şayet bu ilgi ve arzu sır letaifine kadar ulaşırsa kişinin hidayete
ulaşmasını daha çok zorlaştırabilir. Beri yanda bu vaziyet dinde, imani
konularda şüphe ve inkâr oluşturmaya da başlar.
Letaifler Allah’a iman etmek için yaratılmışlardır.
Temel vazifeleri budur. İmana hizmet etmektir. Taklidi imanı tahkiki seviyeye
yükseltmektir. Günahlar neticesinde bu vazifelerinde bazı aksaklıklar
yaşanabilir. Günahlar letaifleri asli vazifelerinden uzaklaştırabilirler.
Onları başka mecralara sokabilirler.Letaiflerin asli vazifelerinden başka
yollara sapması, insanı büyük buhranlara, sapkınlıklara, imansızlığa, küfre
sokar.
Letaifler ancak günahlardan uzak bir yaşam ve zikir uyarıldıklarında
asli vazifelerine dönerler. Asıl yerleri olan emir âlemine doğru yükselirler.
Bu yükselme çok korkunç bir hızla gerçekleşmektedir. Tabii bu yükselmeyi yanlış
anlamamak gerekir. Bu, bir el lambasındaki ışık huzmesinin hareketi gibidir.
Yani letaifler, içindeki nurları ile emir âlemine doğru bir yolculuğa çıkarlar.
İnsandan kopmazlar. Ama insanlar bunun farkında pek olamazlar.
Biz bu dünyaya imtihan için gönderildik. Üzerimizdeki
emanet ise ruhtur. Daha doğrusu, ruhumuzu, letaiflerimizi yüce âlemlere
yükseltmektir. Bu da ancak haramlardan kaçınmakla ve Allah’ın emirlerini yerine
getirmekle olur. Sonuçta emanet olarak değerlendirilecek olan şeyin ibadetler
olduğu anlaşılır. Nitekim Hz. Ali (r.a) de emaneti ibadetler olarak tefsir
etmiştir.
İnsanlar letaifler hakkında neden çok az şey
biliyorlar? Çünkü bunu yüce Allah (c.c.) böyle murat etmiştir. Ayet-i celilede
bu konu böyle hükme bağlanmıştır. ‘Sana ruh hakkında soruyorlar. De ki, Ruh
Rabbimin emrindedir. Size bu konuda çok az bilgi verilmiştir (İsra suresi, 85).
Nefis bir manyetik güçtür. Dünyaya bağlıdır. Temel
içgüdüler (susama, acıkma, cinsel dürtü …) nefsin kendisini gösterdiği
alanlardır. Bunlar hayatta birinci plana alındığında insanoğlu
hayvanlaşmaktadır. O zaman insanın ruhu zayıflamakta, letaifleri asli
işlevlerinden uzaklaşmaktadır.
Nefis kişinin iç dünyasında hakim duruma geçtiğinde
ruh ve dolayısıyla letaifler onun emrine girmektedirler. Nefse hizmet
etmektedirler. Kişi o zaman imani konularda tereddütçü, kuşkucu, inkârcı bir
tavır takınabilmektedir.
İnsanların genelinin sandığı gibi imansızlık, dini
konularda inkâr ve kuşku, bilgi ve bilinç eksikliğinden kaynaklanmaz.
Günahlardan meydana gelir. Günahlar insanı bu dünyaya bağlar. Kişinin ruhunu,
dolayısıyla letaiflerini etkisiz kılar. Onların yükselmelerini engeller. Bu
yüzden kişi yavaş yavaş imani konulara şüphe ile bakmaya başlar. Onları
kolaylıkla inkâr eder.
Aslında ruh ve onun manevi organları letaifler, hiçbir
zaman Allah’ı ve iman esaslarını tamamen inkâr edemezler. Bu durum kişinin iç
dünyasında günahlarla çatıştığı için büyük bir sıkıntı ve bunalım meydana
getirebilir. Kişi günahları daha rahat bir şekilde işlemek ve onlardan tam bir
haz almak için ruhunun ve onun manevi organları olan letaiflerinin sesini
susturma yoluna gidebilir. İmani konularda kuşku ve inkâra sapabilir. Bu yönde
çevresindeki insanlara çeşitli konuşmalar ve sohbetler yapabilir. Yani
kısacası, imani konularda kuşku ve inkâr, bir kendini savunma psikolojisidir.
Günahları meşru hale getirmek için iç dünyada yapılan bir düzenlemedir,
savunmadır.
Günah sayılan her fiil kalp ve letaif noktalarında çok
olumsuz etkilerde bulunur. Bunların çalışmalarını engellerler. İnanç sahipleri
genellikle açıkça yapılan günahlardan uzak yaşarlar, fakat nefislerindeki söz
konusu ettiğimiz kötü huyları genellikle unuturlar. Bunların neden olduğu
olumsuz etkiyi pek düşünmezler. Ayrıca ileri zikirlerde bulunup da manevi
ilerlemesi yavaş olanların da temel eksikliği de bu noktadadır. Tasavvuf yolu
daimi tövbe ve istiğfar halini gerekli kılmaktadır. Öyle ki, yapılan ibadetler
bile bu cümleden kabul edilmeli, ibadetlerin arkalarından mutlaka Allah’ın
(c.c.) şanına yakışmadığı için samimi bir şekilde tövbe ve istiğfar yapılmalıdır.
Yoksa bu yolda ilerlemek, istenilen düzeye ulaşmak mümkün değildir.
Evliya menkıbelerine baktığınız zaman akıl almaz,
gerçeklik ötesi olaylara tanık olursunuz. Bunlara keramet denir. Bazı insanlar gerçeklikle çatışan bu
kerametleri inkâr yoluna giderler. Oysa Allah dostları hayatlarında yalan
söylemedikleri gibi kendileri hakkında yalan söylenmesine de asla izin vermezler.
Bu bakımdan kerametler haktır. Amacı da insanları hak yola çağırmaktır.
Kerametler velilerin olgunlaşan ruhlarıyla meydana
gelmektedir. Dolayısıyla kerametlerin meydana gelmesinde letaiflerin birinci
derecede rolleri bulunmaktadır.
Ruh, Allah’tan ilahi bir soluk olduğu için yüce
Allah’ın (c.c.) izni ve taktiriyle letaifleri aracılığı ile kerametler gerçekleşmektedir.
Kerametlerdeki sır letaiflerde gizlidir.
Letaifler Lahut âlemine yükselip de Allah’ın sıfatları
ve güzel isimlerinin gölgelerine ulaştığında çeşitli kerametler için gerekli
olan güç ve kudrete sahip olmaktadırlar.
Kalplerde olanı keşfetme, kabirdekilerin ahvalini
bilmek, hastalara şifa vermek, suda yürümek, aynı anda değişik yerlerde
bulunmak hep Lahut âlemine, yüce Allah’ın sıfat ve güzel isimlerinin gölgesine
yükselmiş olan ruh, dolayısıyla letaifler aracılığı ile gerçekleşen ve bilinen belli
başlı kerametlerdir.
Tasavvuf yoluna keramet sahibi olmak için değil Allah
rızasına ermek için girilir.
Nefis letaifinin ve letaif-i küllün vazifeleri
nelerdir? Nefis letaifinin içerisinde insanın halk âlemindeki aslı olan dört
unsur (anasır-ı erba) bulunur: toprak, hava, su, ateş. Nefis letaifi aslında
bunlardan meydana gelir. Sütün üzerindeki kaymak gibi nefis de anasır-ı erbanın
bir çeşit özüdür, bileşkesidir.
Zikir nefis letaifine de tesir eder.
Yerinin iki kaş arası olduğunu yukarıda söyledik. İnsanın beşeri vasıfları,
zaafları, günahları hep nefisten kaynaklanır. Nefsi tezkiye etmek, ruhu
saflaştırmaktan daha zordur.
Nefis genellikle kişinin şahsiyetinde anasır-ı erbasından
bir unsurunu belli etmesiyle kendisini gösterir. Tabii herkesin yaratılışı
birbirinden farklıdır. Bunda etken olan şey, bu unsurlardan birisinin diğerine
göre daha ağır basmasıdır.
Tabiatında toprak öğesi ağır basan kişi tembeldir. Rahatına
ve keyfine düşkündür. Muhafazakârlar genellikle toprak öğesi ağır basan cinstendir.
Su öğesi ağırsa fazla değişkendir. Verdiği sözleri
çabuk bozar. Her renge girer. Kolayca yalan söyler. Dedikoduya düşkündür. Her
devrin adamı genellikle bunlardan çıkar.
Hava öğesi ağır basan kişi çok duygusaldır. Hemen
kanar. Duygu ve coşkuları ile hareket eder. Hayatı ciddiye almaz.
Değişkendir. Dünyasını şarkılar, aşklar
oluşturur. Arzularına göre yaşamak ister. Sanatçılar genellikle bunlardan
çıkar.
Ateş öğesi
öfke, hırs, kibir, kin, şehvet gibi durumlara karşılık gelir ki bunlar sahibini
cehenneme götürecek kadar tehlikelidirler. Hayatı çok ciddiye alırlar. Daha
doğrusu dünya hayatı dışında başka bir yaşamın, ebedi hayatın olacağını pek
düşünmezler.
Yani her insanın yaratılışında bulunan nefis, evrenimizin de, dünyamızın da temelini
oluşturan bu dört öğeden oluşmaktadır. Adeta bunların ruhuna nefis denir. Yani
toprak, ateş, hava, su kendi doğalarını, özelliklerini insana vererek onda
nefis dediğimiz varlığı meydana getirmişlerdir. Bu dört öğe bizi dünyaya,
insanlara ve evrene bağlamaktadır. Kişiliğimizin çekirdeğini oluşturmaktadır.
Her insanın nefsinde bu dört öğeden bir öğe diğerlerine göre biraz ağır bassa
da aslında insan nefsinde bunların her biri belli oranda da bulunmaktadır.
Başkalarında gördüğümüz her olumsuz ahlak, davranış bizlerde de tohum olarak
mevcuttur. Uygun şartlar bulduğunda hemen nefis içerisinde kendisini göstererek
yeşerir, boy atar. Onun için nefis küfür üzere yaratılmıştır.
Nefis zikir, rabıta, murakabe gibi yöntemlerle tezkiye
olduktan sonra insanda iyi vasıflar, faziletler görülmeye başlar. Toprak öğesi
ağır basan kişide ağırbaşlılık, mülayimlik görülür. Su öğesi ağır basan kişi
uyumlu, hoş görülü, anlayışlı bir karakter sergiler. Hava öğesi ağır basan
kişiler ise duygusal, empati kabiliyeti güçlü kişiler olarak dikkati çeker.
Ateş unsuru ağırlıklı olan kişiler ise hizmet ve dava adamları olarak hayırlara
vesile olurlar. Önde koşarlar.
Letaif-i küll pek çok kerametin, daha doğrusu büyük
kerametlerin gerçekleşmesinde rol oynar. Yerinin başın üstü olduğunu yukarıda
söyledik.
HAFİ : Kalbteki sırrın öte tarafı anlamına
gelir.
Kalb, sır, hafi, ahfa terimleri Kur’an’dan alınmıştır.
“İster yavaş konuş, ister açıktan, O’na göre birdir. Zira O SIRRI da (gizliyi de), AHFAyı da (gizlinin gizlisini de) bilir.” (Ta ha, 20/7)...
AHFA : İnsana Âlem-i sagîr yâni küçük âlem denir. Âlem-i sagîr on kısımdan meydana gelir. Bunların beşi Âlem-i emrdendir. Bu beş mertebe; kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâdır.
Bunların asılları, kökleri Âlem-i kebîrde (İnsanın dışındaki âlemde)dir.
Ahfâ latîfesi, mertebelerin en sonu ve en yukarıdaki mertebedir. (İmâm-ı Rabbânî)
AKDES : En Kutsal, Nur'u Muhammedî Prizi, Kara Delik, Öz
Kalb, sır, hafi, ahfa terimleri Kur’an’dan alınmıştır.
“İster yavaş konuş, ister açıktan, O’na göre birdir. Zira O SIRRI da (gizliyi de), AHFAyı da (gizlinin gizlisini de) bilir.” (Ta ha, 20/7)...
AHFA : İnsana Âlem-i sagîr yâni küçük âlem denir. Âlem-i sagîr on kısımdan meydana gelir. Bunların beşi Âlem-i emrdendir. Bu beş mertebe; kalb, rûh, sır, hafî ve ahfâdır.
Bunların asılları, kökleri Âlem-i kebîrde (İnsanın dışındaki âlemde)dir.
Ahfâ latîfesi, mertebelerin en sonu ve en yukarıdaki mertebedir. (İmâm-ı Rabbânî)
AKDES : En Kutsal, Nur'u Muhammedî Prizi, Kara Delik, Öz
-Alıntıdır-
Doğum Kodunuza göre Esmalarınız için iletişim : lenayla@outlook.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder